Buradaki eserlerden ilk kez bahseden Alman Mühendis Karl Sester, 1881 yılında Diyarbakır’da yol yapım işlerinde görevliymiş (ne hikmetse tüm kıymetli tarihi eserlerimizi Alman yol mühendisleri buluş, bkz: Bergama). Sester buranın Asurlular’dan kalmış olduğunu düşünüyormuş. Sester’in verdiği bilgiler ile Kraliyet Akademisi bu bölgeye araştırma yapması için Otto Punchtein liderliğinde bir ekip göndermiş.
Bu ekip, buradaki eserler üzerinde uzun bir süre çalıştıktan sonra Otto Punchtein, Yunanca yazılmış olan kitabeyi çözmüş ve buranın Kommagene Krallığı’na ait olduğunu ve kralı I. Antiochus tarafından yaptırıldığını keşfetmiş. Antiochus’un ağzından yazılmış olan kitabe buranın sırrının çözülmesini sağlamış. Aynı zamanda bu kitabede I. Antiochus’un yazılarını da içeriyormuş. Bu dönemdeki kazı çalışmalarına İstanbul Arkeoloji Müzesinin kurucusu Osman Hamdi Bey ve Alman Mühendis Karl Humann da katılmış.
Sonraki yıllarda 1953’ten 1980’li yıllara dek süren arkeolojik çalışmalar, Amerika’lı Arkeolog Theresa Goell ve Friedrich Karl Dörner tarafından sürdürülmüş. Bu kazılar sonucunda ortaya çıkan taşınabilir eserler çeşitli müzelerde sergilenirken, heykeller ve yazıtlar da Nemrut Dağı’nda ziyaretçilerini bekliyor.
Nemrut Dağı, 1987 yılında UNESCO Dünya mirası listesine girmiş, 1989 yılında Milli Park olarak ilan edilmiş ve bölge koruma altına alınmış.